2 Ocak 2010 Cumartesi

Köstebek kim?


TSK Çukurambar’da olası bir köstebeği takip ettiğini söylüyor. Gerçek köstebek kim acaba? Haydi gelin biraz kafa yoralım.

Önce şu teşhisi koyalım: Bu köstebek kimin köstebeği olacak? Tabi ki CIA’nin, yani dünyanın ABD dahil her ülkesinde cinayetler işleyen ve işleten, darbeler yaptıran, türlü provokasyon ve entrikalarla milletleri bölüp biribirine kırdıran Amerikan gizli haber alma teşkilatı: Central Intelligence Agency. Aslında uluslararası cinayet ve katliam örgütü demek daha doğru olur.
Düşünmeye devam edelim.

ABD’nin bugün yürürlükte olan projesi nedir? BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), yani Türkiye de dahil olmak üzere bütün Orta Doğu ülkelerini bölme ve ABD çıkarlarına uygun bir şekilde kuklalaştırma projesi. Bu ülkelere sürekli bir karmaşa, bir anarşi hakim olmalı ki ABD’nin bu ülkelerde askeri üsler tutması için gücü ve bahanesi olsun. Ana hedef ise enerji kaynaklarının kontrol altında tutulması, çünkü dünyanın kalan en büyük petrol ve gaz rezervleri Orta Doğu’da. Bir de tabi İsrail’in güvenliği, ve hatta yayılması konusu var.

Özetleyecek olursak BOP aslında Orta Doğu ülkelerini etnik ve dinsel parçalara bölme projesidir. Bu projede Türkiye’ye biçilen rol laikliği, akılcılığı ve antiemperyalizmi törpülenmiş, ABD’ye uyumlu, yaygın cehalet üzerine kurulu totaliter rejimli bir ılımlı islam cumhuriyetidir.
Türkiye’de acaba kimler bu projeye karşı, kimler bu projeyi destekliyor?
Karşı olanlar:
Atatürk milliyetçileri diyebileceğimiz ulusalcılar, Atatürkçüler, TSK, laik ve üniter devleti savunan herkes, ve Türkiye’nin anayasası

Destekleyenler:
Fethullah gibi Amerikancı tarikatçiler, şeriatçılar, ümmetçiler, yeni osmanlıcılık hayalleri kuranlar. Bu arada hatırlatalım: Yeni osmanlıcılık da ABD patentli bir projedir.

Ne diyor Erdoğan:
"Bizim Orta Doğu’da bir görevimiz var. Biz BOP’un eşbaşkanıyız".
"Demokrasi bizim için bir tramvaydır".
"Halk isterse daha totaliter bir rejime kavuşabilmeli" (dinci dikta kastediyor).
"Polis rejimin güvencesidir" (demek ki kadrolaşma tamamlanmış).

Ne diyor Fethullah:
"Limana ancak kaptanla (yani ABD) işbirliği yaparak ulaşabiliriz". Liman dediği de Fethullahçıların dinci diktası.
"Sabırlı olacağız. Hakimler ve askerler yetiştireceğiz. Gerekirse hakimler kiralayacağız".

Silivri’de sonu gelmez uyduruk iddianamelerle kimler çile doldurmuyor ki? Atatürkçüler, ulusalcılar, sendikacılar, üniversite rektörleri, askerler…

Fakat bunların arasında tek bir AKP’li, tek bir şeriatçı, tek bir tarikatçi yok.

Sözümona gizli olması gereken Ergenekon soruşturmaları, iftiralar, çamur atmalar her gün çarşaf çarşaf yandaş basında. Ama işlerine gelmedi mi Deniz Feneri’nde olduğu gibi basına karartma getirmesini de bilirler.

Bazı gazeteciler, Erdoğan’ın daha başbakan bile olmadan önce Orta Doğu kasabı Bush’la yaptığı görüşmede bir Irak savaşını destekleme sözü verdiğini, iki ABD’ye tavır almış Atatürkçü ve Avrasyacıların tasviyesini konuştuğunu yazıyor.

Türkiye’nin bölünmesinden başka bir şeye hizmet etmeyecek, içeriği belirsiz ve ucu açık, ABD ve AB siparişi açılımları kimler gündeme getirdi?

Bence kafa karışıklığına falan hiç gerek yok, her şey apaçık ortadadır. Aranan köstebek bizzat tarikatçi kadrolaşmayla bütün devlet kurumlarını eline geçiren, istediği gibi kadrolaşamadığı yargı ve askere de her gün saldıran hükümetin ta kendisidir.

Gerisi detay, dedikodu ve bilinçli kafa karıştırma harekatı.

Mustafa Tümener, Aralık 2009

17 Aralık 2009 Perşembe

AKP hükümeti neden bu kadar kalitesiz?

Nedeni aslında çok basit: AKP yerleştirdiği kadrolarda bilgiye, yeteneğe ve tecrübeye, kısacası ehliyete değil, cemaate biat etmiş olmaya ve yandaşlığa bakıyor.

Buna ideolojik veya takva esaslı kadrolaşma diyemeyeceğim, çünkü beğenilsin beğenilmesin bir ideolojinin en azından felsefi bir derinliği, kendi içinde mantıksal bir bütünlüğü olur. AKP’ninki ideoloji falan değil, iktidar hırsı ve ham fırsatçılık. Hatta iktidar ve para uğruna yapılan bir çeşit nitelikli dolandırıcılık.

İslam’ın temel prensiplerinden biridir: Bir göreve atanacak kişide takvaya, yani dindarlığa değil ehliyete bakılır. Dindarlık ancak Allahla kişi arasında bir değer ölçüsüdür.

Kaldı ki AKP’nin değer ölçüsü dindarlık falan da değil. AKP’nin ölçüsü cemaat ve tarikat. Atanacak adam siyasi idareye biat edecek, eşi de tarikatin üniformasını giyecek.

Kadrolarda ehliyet yerine biat kültürüne bakılınca doğal olarak yapılan işlerde de akıl, bilim ve tecrübe değil, cingözlük, hurafe, siyasi idareye dalkavukluk ve kısa günü kurtarma çabası hakim oluyor.

Bu kadroların maaşlarını biz vergilerimizle ödüyoruz. AKP bu vergileri sadece yeteneksiz kadrolarla çarçur etmekle kalmıyor, böyle kadrolarla çirkefleşmiş çalışma ortamları yaratarak Türkiye’ye çok yararlı olabilecek yetenekli ve tecrübeli kadroları da ya pasifize ederek, ya da kaçırtarak harcıyor.

Boşuna dememişler balık baştan kokar diye. Bir kurumu yeteneksiz çirkef yöneticiler ele geçirmeyegörsün, birkaç yıl sonra o kurumda ne doğru dürüst eleman, ne de doğru dürüst bir iş göremezsiniz.

Aynı Hitler’in Nazi partisi gibi bir demokrasi kazası olarak gördüğüm AKP’nin bu ülkeye verdiği zararlar nasıl temizlenecek? En çok gençlere ve çocuklara üzülüyorum. Çünkü bizim cehaletimiz, korkaklığımız ve aymazlığımız sonucu verilen bu zararların bedelini en çok onlar ödeyecek.

Mustafa Tümener, Aralık 2009

30 Kasım 2009 Pazartesi

Siyasi fıkralardan seçmeler

Hasta bakıcı
Tayyip akıl hastanesinde konuşma yapıyormuş. Bir kişi dışında dinleyicilerin tümü alkışlamış.

Tayyip, alkışlamayan kişiye dönerek, "sen niye alkışlamıyorsun" diye sormuş.

Adam yanıtlamış: "Ben hastabakıcıyım"

Deniz ve adalet

ABD’den Fethullah aracılığıyla gelen emir üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan yanına Davutoğlu’nu da alarak İsviçre’ye Kıbrıs açılımı yapmaya gider.

Uçak havalanmadan önce de "çözümsüzlük çözüm değildir, hamdolsun Kıbrıs sorununu da halledip geleceğiz evelallah" diye demeç vermeyi ihmal etmez.

İsviçre’de bir bakanlar heyeti tarafından resmi törenle karşılanırlar. Gelenler arasında denizcilik bakanı da vardır.

Bizimkiler şaşırır, "sizde deniz yok ki, denizcilik bakanı ne iş yapar" diye sorarlar.

İsviçreli denizcilik bakanı yanıtlar: "Sizde de adalet yok ama adalet bakanı var".

Devlet sırrı

Birisi Taksim'de duvara bir metrelik harflerle "Tayyip Kafasızdır" yazmış.

Adama 10 yıl ceza vermişler. Bir yılı, kamu malına zarar vermekten, dokuz yılı da devlet sırrını açıklamaktan.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Bu haber programlarını mutlaka izleyin - Kasım 2009

Nihat Genç ile Veryansın, 1. Bölüm – 14 Kasım 2009 (Kanal ART, Gaye Kaya)
Konular: Telefon dinlemeleri, AKP’nin yargıyla kavgası, biat etmiş yandaş yargı oluşturma çabaları, yandaş medya, AKP’nin iktidar ve demokrasi anlayışı, devlat adamı nasıl olunur, AKP’nin ideolojik yaklaşımları, negatif enerjili kin ve nefret dolu politikalar, Türkiye’nin milli çıkarlarını korumayan bir cumhurbaşkanının ideolojik refleksle AB'ye Sudanlı Beşir’i savunması



Nihat Genç ile Veryansın, 2. Bölüm – 14 Kasım 2009 (Kanal ART, Gaye Kaya)
Konular: Demokratik açılım ve AKP’nin 10 Kasıma duyarsızlığı, kibir ve egosu şişmiş iktidar, GDO gıdalar, ürün ve markaya evrensel bakarken insanları etnik ve dini etiketlerle sınıflandırmak, demokrasi disiplinli hayal ve projedir, kültür sanat ve özgürlük, insanların hayallerini ve ümitlerini tüketen iktidar, pozitif enerji ve mutluluk için güvenli duruş, AKP’nin güvensiz yıkıcı politikaları



Gündeme Dair - 11 Kasım 2009 / Mustafa YILDIRIM (Nuriye Atabey sunuyor)
Konular: Açılım (Kürt, Ermeni, demokratik): Türkiye’yi yeniden yapılandırma operasyonu, NATO ve ABD çıkarları, ABD’nin Kemalistleri tasviye etme niyeti, Türkiye’nin sömürgeleşmesi

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz kimdir? Bunlar doğru mu?

İşte Aydınlık dergisi tarafından Zekeriya Öz hakkında yayınlanan yazı. Bunlar doğru mudur mutlaka aydınlığa kavuşturulmalıdır. Burada cesur gazetecilere, CHP ve diğer muhalefet partilerine önemli görevler düşüyor.

Ben şahsen bugünkü bilgilerime dayanarak Zekeriya Öz’ün Fethullah, CIA ve AKP tarafından bu ülkedeki Atatürkçülerin ve ulusalcıların tasviyesi için kulanılan bir piyon, bir buldog köpeği olduğunu düşünüyorum.

Bütün bu soruşturmalar, gece yarısi yaka paça götürmeler, doğru dürüst bir iddianame olmadan aylarca hapiste tutulmalar nedense hep Atatürkçülerin, ulusalcıların ve AKP muhaliflerinin başına geliyor. Deniz Feneri soyguncularına, Hüseyin Üzmez gibi sapıklara, yolsuzluk ve kirli işlere bulaşan yandaşlara veya yandaş medyaya nedense hiç bir şeycik olmuyor. Bence her şey çok açık ve net. AKP istediği islamofaşist rejim doğrultusunda devletin bütün kurumlarında, cemaat yurtlarında ve tarikatlerde beyni yıkanmış tektip müritleriyle kadrolaşarak bir sivil darbe gerçekleştiriyor.

Zaten güvenilir bazı gazetecilerin belirttiğine göre Tayyip Erdoğan daha başbakan bile olmadan önce Orta Doğu kasabı Bush’la yaptığı gizli konuşmada Türkiye’deki dik kafalı Atatürkçülerin ve ulusalcıların tasviyesi konusunu görüşmüş. ABD’yle AKP arasındaki çıkar ortaklığı işte burada. Bush Türkiye’nin tamamen bir ABD sömürgesi olmasını engelleyen antiemperyalist zihniyetli Atatürkçülerin tasviyesini istiyor. Demokrasiyi bir tramvay olarak gören, halk isterse daha totaliter bir rejime kavuşabilmeli diyen AKP yönetimi de aynı kesimi istedikleri islamofaşist düzenin önünde engel görüyor. Mesele bu kadar basit. Gerisi yalan ve aldatma.
******************************************************************

Zekeriya Öz'ü taniyalim..

5 Ekim 2008 günü sabahın erken saatlerinde bir dostum kapımızı çalıyor.
'Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, tam tahmin ettiğim gibi bir kişi,
bugün çıkan Aydınlık Dergisi'ni al ve acele oku' diyor.
Dergi'yi alıp okuyunca dehşet içersinde kalıyorum. İşte verilen
bilgilerden bazı satırlar:
'...Teyze oğlu Seyfullah Vatansever, Zekeriya Öz'ün İmam Hatip'te
(İHL) okuduğu yıllarda Fetullah tarikatı tarafından 'devşirildiğini'
anlatıyor. Zekeriya Öz, o yıllarda Fetullah Gülen'in finanse ettiği
Yeşilırmak Dershanesi'nde eğitim gördü. Kurban Bayramı'nda
vatandaşlardan kurban derilerini toplar, Fetullahçıların vakfına
verirdi.

* * * * * * *
...Zekeriya Öz'ün savcılık görevine başlama tarihi 1994. Bursa
Barosu'ndaki kaydı ise 18.12.1997 tarihinde siliniyor. Buna göre Öz,
üç yıl boyunca hem savcı hem de avukat. Yasalarımıza göre, bir
Cumhuriyet Savcısı'nın iki kimliği olamaz.
Ergenekon savcısı, attığı her adımda bir skandal yaratmış!'

* * * * * * *
İktidar yanlısı medya, Zekeriya Öz'ün ilk görev yeri olarak Mutki
İlçesi'ni gösteriyorlar. Aydınlık Dergisi'nde yayımlanan 2 Temmuz
1998 tarihli Resmi Gazete'nin fotokopisinden açıkça anlaşıldığı gibi;
Zekeriya Öz'ün ilk görev yeri Çine İlçesi. Söz konusu dergide,
'Ergenekon Savcısı'nın gizlenen dört yılı' başlığıyla yazılanlar çok
ilginç:

* * * * * * *
Yıl 1994, Aydın ilimizin Çine İlçesi.
...Yeni Savcı, önce, eşinin kara çarşafıyla Çineliler'in dikkatini
çekti. Savcı Öz'ün evine gelen misafirler ise haremlik-selamlık
olarak ayrılan odalarda konuk ediliyordu. Kadınlar haremlikte,
erkekler selamlıkta... Savcı Zekeriya Öz halktan gelen tepkiler
üzerine kara çarşafı çıkarttırıp eşine türban ve pardesü giydirdi.
Eşi kara çarşafı çıkardı ama Savcı Öz'ün adı Çine'de hiç gündemden
düşmedi. Zira Savcı^'nın adının karıştığı skandalın biri bitmeden
diğeri başlıyordu.

* * * * * * *
Yıl 1995, Çine Adliyesi.
Bütün adliyelerde olduğu gibi, faks ve adli sicil kaydı yaptıran
yurttaşların ödediği parala, Çine Adliyesi'nde de Adaleti Güçlendirme
Vakfı'na aktarılıyordu.
Zekeriya Öz, bir gün, dönemin kıdemli savcısı Ayhan Uğurdan'ın kapısını çaldı.
Savcı Öz, Vakfa aktarılan paranın bir bölümünü 'paylaşma' teklifinde
bulunuyordu!
Kıdemli Savcı, çirkin teklife büyük tepki gösterdi. Kıdemli Savcı
Ayhan Uğurdan, Zekeriya Öz'ü Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na
şikayet etmeyi de ihmal etmedi. Sonunda... Zekeriya Öz, Çine'den
Bitlis Mutki'ye sürüldü.
...Zekeriya Öz'ün vukuatları bununla bitmiyor.

* * * * * * *
...Yıl 1998, Çine girişindeki Türkiye Şöförler ve Otomobilciler Odası
Kıraathanesi'nin önü.
Savcı Öz oğlu ve babasıyla oradan geçiyordu.
Mehmet Ocak adlı bir işadamı, silahını çekip Savcı Öz'ün ensesine dayadı!
İşadamı Ocak, Savcı Öz'ün kolundan tutup sürükleyerek kıraathaneye soktu.
İşadamı Mehmet Ocak kıraathanede bulunan Çinelileri dışarı çıkarırken,
Savcı Öz'ü rehin aldığını bildirdi.
Çineliler eylemi hayretler içinde izliyorlardı.
Zira Mehmet Ocak, aynı yıl Çine vergi rekortmeni olmuş,
Çinelilerin yakından tanıdığı bir işadamıydı!
Yirmi kadar polis kıraathanenin etrafını çevirdi, Ocak'a Savcı'yı
bırakmasını söylediler, bırakmadı...
Daha sonra dönemin kaymakamı, savcısı ve komiseri araya girdiler.
İşadamı Mehmet Ocak yatıştırıldı.
Mehmet Ocak, tam ikibuçuk saat Zekeriya Öz'ü rehin tutmuştu...
Olaya tanık olan Çineliler, ertesi gün gazetelerde bu olayı bulamadılar.
Ne işadamı Ocak hakkında ne de Savcı Zekeriya Öz hakkında soruşturma açılmıştı.
Bu durum Çinelilerin merakını daha da artırdı.
Neden sonra öğrendiler ki; Savcı Zekeriya Öz, işadamı Mehmet Ocak'ı
haraç vermeye zorluyordu.
Savcı Öz, arabasının benzinini de, yine Ocak'ın benzin istasyonundan
bedava doldurtuyordu...
Savcı Zekeriya Öz'ün kendisini ikibuçuk saat rehin tutan işadamı
Mehmet Ocak hakkında neden şikayetçi olmadığı da böylece
anlaşılıyordu!...
Çinelilerin, Savcı Zekeriya Öz hakkında kullandıkları iddia edilen
sıfatları yazmak dahi istemiyorum.

* * * * * * *
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin izin vermediği için hakkında soruşturma
yapılamayan Savcı Zekeriya Öz'ün, Aydınlık Dergisi'nde yazılanların
doğru olup olmadığını derhal açıklığa kavuşturması gerekiyor. İddialar
çok vahim ve Zekeriya Öz'ün bu iddialara karşı ne diyeceğini gerçekten
merak ediyorum.